Ne kadar karşıyız yaratıcılığa, değil mi? Ne kadar korkuyoruz yeniliklerden…
Evet, alışıldık, bilindik hayatlar güven veriyor insana. Bilinenin verdiği rahatlık, fazladan kafa yormayı, çaba harcamayı engelliyor, böylece yorulmuyoruz. Babamızın, annemizin yürüdüğü yoldan yürüyoruz, böylece diken batmıyor ayaklarımıza, uçurumun kenarına gelmiyoruz hiçbir zaman. Peki ya denemenin güzelliği, kendi başına bir iş başarmanın gururu, yeni bir şey öğrenmenin heyecanı? İşte o bilindik hayatlar yüzündendir ki, ruhlarımız bir süre sonra kapana kısılmış gibi çığlık atmaya başlıyor, çıkış yolu arıyor çaresizce!
Ritüeller güzeldir, anılar yaratır, güzellikleri pekiştirir, insanı hayata bağlar… Ritüellerden arınmış bir hayat çok yorucudur. Her daim yeni bir güne uyanmak istemez insan, alıştığını yaşamak, kendini güvende hissetmek ister. Diğer yandan değişiklik de hayat verir, can verir ruha. Yaşama sevincini arttırır, heyecan katar yaşama. Her bir değişiklik, yeni bir deneyimdir, coşkudur, öğrenmedir insan için. Değişiklik sadece güzel değildir, aynı zamanda su kadar, hava kadar gereklidir. İşte bu sebeple alışkanlıklar ile değişiklikler arasında bir denge kurmak, ara sıra konfor alanından çıkmak önemlidir.
Yaratıcılık doğuştan gelir ve herkese mahsus değildir diye düşünürüz çoğumuz. Yaratıcı insanların seçilmiş kişiler olduklarına, asla onlar gibi olamayacağımıza inanırız. Bu yüzden ilahlaştırırız onları, ulaşılamayacak yerlere koyarız zihnimizde. Ulaşılabilir olduklarını gördüğümüzde şaşırır, her insan gibi hata yaptıklarında ise hayal kırıklığına uğrar, yerin dibine sokar, hiçbir zaman affetmeyiz. Oysa onları farklı kılan, içlerindeki yaratıcı gücü keşfetmiş ve kendilerine inanmış olmalarıdır sadece. Kendilerini küçümsememeleridir. Dikenlerle, taşlarla kaplı yolları, kendi elleriyle, yorulmadan, usanmadan temizleyip açmış olmalarıdır…Başkalarını suçlamadan, kendi sorumluluklarını alarak, kendileri için ve kendi istedikleri şekilde yaşamayı seçmeleridir. Yani bizim yapmak isteyip de yapamadıklarımızı başarmış olmalarıdır.
Yaratıcılık doğuştan gelir, evet. Ve herkese mahsustur. Hepimizin içinde küçük veya büyük bir yaratıcılık nüvesi vardır. Çocukluğunuzda oynadığınız oyunları, yoktan var ettiğiniz oyuncakları, zor durumlarda yarattığınız pratik çözümleri bir düşünün. Çocukken her baktığımız eşyayı başka bir gözle görür, taşın toprağın içinden bile oyun çıkarırız. Hoş, teknolojik gelişmeler çocukları, bu özelliklerini keşfetmekten alıkoyuyor ve her şeyi hazır yapılmış olarak sunuyor. Fakat yine de, teknolojiyi reddetmeden, kölesi de olmadan, sadece işimizi kolaylaştıracak ve bize katkı sunacak bir araç olarak kullanarak yaratıcılığımızı ortaya çıkarmamız mümkün.
Peki yaratıcılığı nasıl ortaya çıkaracağız ve nasıl besleyeceğiz?
İşte asıl üzerinde düşünmemiz gereken konu bu. İçimizde yaratıcı bir taraf olduğunu baştan, sorgusuz sualsiz kabul ederek başlamamız gerekiyor işe. Sonrasında ise sistematik ve bilinçli çalışmalarla bu yaratıcılığı harekete geçirebiliriz.
Öncelikle, kendinize, sessiz zamanlar ve alanlar yaratın. Sessiz kalmaktan korkmayın, en güzel duygu ve düşünceler sessizlikte çıkar ortaya. Zannettiğiniz gibi düşünceler ve kaygılar sizi boğmayacaktır, tam tersi zihniniz ve bedeniniz rahatlama fırsatı bulacak ve olumsuz düşünceler bulutu dağılıp gidecek, yerini temiz, güzel, umutlu duygulara bırakacaktır. Ancak kendinize zaman vermeniz ve bu ritüeli tekrarlamanız şart. İlk seferde bir rahatlama hissetmeyebilirsiniz belki…Fakat zaman içinde göreceksiniz ki, sessizliğin içinde zihniniz dinginleşecek ve hayal gücünüz harekete geçerek size bambaşka bir dünyanın kapılarını aralayacak. Aslında ne kadar gürültülü, insanı yoran ve meşgul eden bir dünyada yaşamakta olduğunuzu fark edip şaşıracaksınız. Bu sessizlik anları sizin için vaha gibi olacak, kıyısında soluklanıp serinleyeceksiniz.
Sonra bu zamanları, hep yapmak isteyip de yapamadığınız şeyler için kullanmayı deneyin. Örneğin ne zamandır okumak istediğiniz bir kitap mı var? Örgü örmek mi istiyorsunuz? Resim yapmak mı? Yazı yazmak? Ya da sadece ayaklarınızı uzatıp hayal kurmak…Ne olduğu önemli değil. Uzun zamandır yapamadığınız, size kendinizi iyi hissettiren aktiviteleri hatırlayın. Onları bir bir sokun hayatınıza. Günde 10 dakika bile olsa, vakit ayırın. İşte zihni yükten kurtarıp rahatlatmanın bir yolu daha…
Kendinizi rahat hissettiğinizde, düşünceler zihninizde daha düzenli akmaya başlar. Ve farkında olmadan hayal gücünüz çalışmaya başlar. Daha yapıcı düşünmeye ve çözüm üretmeye başlarsınız. Bu da yaratıcılığın canlanması için bir ön koşul elbette.
Peki harekete geçirdiğimiz yaratıcılığı geliştirmek için neler yapabiliriz?
Bu listeye, kendi deneyimlerinize göre farklı egzersizler ekleyebilirsiniz elbette. Önemli olan, zihninizi rutin hayatın dışına çıkaracak, farklı bakış açılarını kavramanıza, farklı düşünmenize, hayatı sorgulamanıza katkı sunacak aktiviteleri hayatınıza dahil etmeniz. Bunun için günlük alışkanlıklarınızın tamamından vazgeçmeniz ya da hayatınızı değiştirmeniz gerekmiyor. Küçük dokunuşlarla büyük fark yaratabilirsiniz. Vakit bulunca yaparım da demeyin sakın! O vakit hiçbir zaman bulunmaz, çünkü zihin, boşlukları doldurmakta, hem de en gereksiz işlerle ve kuruntularla doldurmak konusunda ustadır, onunla baş etmenin tek yolu karar vermek ve yapmaktır!
O halde, ne duruyorsunuz? Alın kahvenizi, çayınızı, çekilin bir köşeye ve serbest bırakın zihninizi, bakalım nerelere götürecek sizi…Keyifli yaratmalar!
Tijen ÖZER