Hepimiz, hayatımız boyunca en az bir kez, zorbalığa maruz kalmış, kendi baş etme yöntemlerimizi devreye sokmak suretiyle durumla baş etmiş ya da baş edemeyip kurban olmuşuzdur.
İnsan doğasında zorbalık var ne yazık ki. Özellikle de gücün ön plana çıkartıldığı, güçlü olanın her türlü ayrıcalığa sahip olduğu, korunduğu, kollandığı günümüz dünyasında, herkes gücünü göstermek için kendinden zayıfları araç olarak kullanmaya meyilli. Bu eğilim, başka isimler ve gerekçeler altında haklı gösterilmeye çalışılsa bile, insanın belki de en kötü özelliği olarak her gün karşımıza çıkıyor. Birbirine üstün gelme çabası içinde, pasta küçüldükçe ve onu yemek isteyenlerin sayısı arttıkça daha da vahşi ortamlara maruz kalmamız kaçınılmaz.
Öyleyse her yanımızı saran zorbalıkla nasıl mücadele edeceğimizi öğrenmek de şart, öyle değil mi?
Zorbalık, ilk olarak okulda başlıyor aslında. Çocuklar acımasızdır derler. Evet, aslında acımasızlıktan değil ama sonuçları düşünememekten ve filtreleme mekanizmalarının henüz gelişmemiş olmasından kaynaklı zorbalık, çocukları kontrolü altına alabiliyor. Burada ailelere çok önemli görevler düşüyor. Çocuğa sadece başkalarına zorbalık yapmaması, kendinden güçsüzü ezmemesini öğretmek yetmiyor, aynı zamanda, kendisine yönelmemiş olsa bile, gördüğü, şahit olduğu zorbalıklara sessiz kalmamasını, kimseye biat etmemesini, güçlüden yana olmaktan ziyade güçlü olmasını, gücünü bilgisiyle, sevgisiyle göstermesini öğretmek gerekiyor. Çünkü yapılan araştırmalar gösteriyor ki, zorbalığı doğuran ve büyüten şey, aslında seyirci/destekçi faktörü. Kişiler, desteklendikçe, onay gördükçe daha da zorbalaşıyorlar, giderek dozu artan bir şekilde çevrelerindekine baskı uygulamaya devam ediyorlar. Bir çok etkili politikacının, uzun zaman süren iktidarı sonrasında bir diktatöre dönüşmesi de bu yüzden. Etrafında kendisini eleştiren, yanlış yaptığında söyleyen, gereğinde tavır koyan insanlar bulunduğunda, kimse kolay kolay bir zorbaya dönüşmez.
Bu durumda, aile içinde, yaptığı her yaramazlığa, şiddet gösterisine, vurup kırmalara tezahürat edilen, gülünen, sevinç ve sempati gösterileriyle şımartılan bir çocuk düşünün. Özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, erkek çocuklara aile içinde yapılan muamele genellikle budur. Oyuncağını duvara fırlatıp kıran çocuk ‘’erkek adam sert olur’’ diyerek takdir edilir, sonrasında öfkesini vurup kırarak, döverek, şiddet uygulayarak ifade etmeyi öğrenir. Sebepli sebepsiz, her ağladığında yardımına koşulan, olağan dışı ilgi gösterilen çocuk, büyüdüğünde çevresindeki insanları etrafında tutabilmek için sürekli ağlamayı, şikayet etmeyi öğrenir. Çocuk her suçladığında kendini suçlu hissedip alttan alan ebeveyn, çocuğu ileride insanları kontrol edebilmek için onları sürekli suçlamaya yöneltir.
İşte bunlar değil midir zaten etrafımızdaki zorbalar?
Bir düşünün, işyerinizde biri var, makamı, ünvanı önemli değil, sürekli agresif davranarak, bağırıp çağırarak, suçlu arayarak insanları sindirmiş, en küçük bir terslikte çözüm aramak yerine ortalığı yıkıyor, kriz çıkarıyor, ofisi terk ediyor, sonuç alamazsa küsüyor…Bir şekilde insanları sindirmenin, kontrol etmenin yollarını arıyor. Bu kişi, yukarıda bahsettiğimiz çocuklardan hangisi sizce? Nasıl bir çocuk olduğu, nasıl bir aileye sahip olduğu önemli değil. O büyümemiş bir çocuk sadece! İnsanlarla iletişim kurmak yerine onları kontrol etmeye çalışarak kendisini ne kadar yorduğunun, aslında sadece kendine ve yakın çevresine zarar verdiğinin farkında olmayan, zavallı bir çocuk!
Peki, bu kişiyi fark ettik, onun büyümemiş bir çocuk olduğunu da anladık. Bu durumda ona hoşgörü mü göstermemiz gerekiyor? Ona istediği kadar bağırıp çağırabileceği bir alan vermemiz, her türlü agresifliklerine göz yummamız mı gerekiyor? Her yarattığı krizde, haksızlığı ne kadar aşikar olsa da alttan alıp kabahatini görmemezlikten mi gelmemiz gerekiyor? Elbette ki değil. Peki nasıl korunacağız bu kişiden? Nasıl durduracağız onu? Her seferinde kavga mı edeceğiz? Üste çıkmak için ondan daha fazla mı bağıracağız? Bu da değil tabii ki. Zaten böyle bir davranış herkesin tarzı da değil. Peki sessiz kalıp, siniri geçene kadar onun her türlü zorbalıklarına katlanmak, psikolojimizi bozmasına izin vermek mi kaderimiz? Tabii ki hayır!
Yapmamız gereken, öncelikle, kişinin tavrı bize yönelmiş olsa da olmasa, eğer durum bizim de bulunduğumuz ortamda cereyan ediyorsa sessiz kalmamak, tepki vermek. Burada önemli olan, hedef alınan kişinin savunuculuğunu yapmadan (o kişiye kendisini savunması için fırsat ve destek vererek), kendi adımıza konuşmak ve bu agresif tutumun kendi açımızdan kabul edilemez olduğunu anlatmak. Tabii ki bu tarz kişiler fazla mantıklı düşünemedikleri ve olumsuz bir tepki ile karşılaştıklarında kontrolü kaybedebildikleri için, dinleyebilecekleri bir durum ve ortamda, belki de ortam sakinleştikten sonra bunu yapmak çok önemli. Böylece gereksiz bir tartışmanın içine de çekilmemiş oluruz.
Söz konusu olay işyerinde cereyan ediyorsa ve tekrarlanıyorsa, diğer bir deyişle bir psikolojik şiddet vakası haline dönüşmüşse, muhakkak yetkili kişilerin de durumdan haberdar edilmesi gerekiyor. ‘’Çocuk gibi şikayet etmek’’ ya da ‘’ispiyonlamak’’ gibi suçlamalara maruz kalabilirsiniz, çünkü bu kişi, zorbalıklarını sürdürebilmek adına, sizi de kontrol altına alabilmek ve aleyhine aksiyon almaktan caydırabilmek için elinden geleni yapacaktır. Aldırmayın, siz kendi ruh sağlığınız ve işin selameti için doğru olanı yapıyorsunuz. Kimse bu kişilerle gergin bir ortamda koca bir günü geçirmeye mecbur değil!
Eğer tüm çabalarınıza rağmen bu durumun önünü alamıyorsanız ve bu kişinin destekçileri varsa, sizden başka kimse sesini çıkarmıyorsa ve yetkililer de umursamıyorsa geriye tek bir yol kalıyor: Bu, insana değer verilmeyen ve huzur bulunmayan ortamdan ilk fırsatta kaçmak! ‘’Neden ben iş değiştirmeliyim? O gitsin!’’ diyebilirsiniz tabii…Ama unutmayın, bu kişiler desteklendikleri ve durdurulmadıkları sürece aynı şekilde davranmaya devam edeceklerdir. Ve siz de aynı şiddete maruz kalmaya devam edeceksiniz. Belki sinirleriniz yıpranacak, zamanla siz de o kişi gibi agresifleşeceksiniz, belki de sağlığınız bozulacak. Sürekli bir mutsuzluk da cabası. Karar sizin!
Daha farklı zorbalıklarla da karşılaşıyoruz hayatımızda. Örneğin psikolojik baskı, acındırma, suçlama ile bizi yönetmeye çalışanlar (en çok aile içinde karşılaşırız bu tiplerle), sürekli hasta olup hastalığını bahane ederek ilgi çekmeye çalışanlar…Zannetmeyin ki sessiz sedasız oldukları için masumlardır bu kişiler. Aslında bu tipler daha tehlikelidir, çünkü farkında olmadan tüketirler sizi. Bir bakarsınız ki kendinizi onu mutlu etmeye adamış, kendi hayatınızdan vazgeçmişsiniz.
Ne mi yapacaksınız? Yapacağınız şey her koşulda aynı aslında. Ses çıkaracaksınız, kabul etmeyeceksiniz, sizden bekleneni yapmayacaksınız. Bu kişilerin kalıplarını kırmazsanız, onlara aynı davranışı sürdürmeleri için cesaret vermiş olursunuz. Çabaladığınız halde yaptıklarını fark ettiremiyorsanız, yapmanız gereken bu kişilerden olabildiğince uzaklaşmak, tamamen uzaklaşamıyorsanız, size uzanamayacakları bir mesafede durmak. Ve etki alanlarına girmemek. Tıpkı bir girdaptan kaçınır gibi kendinizi korumak.
Evet, maalesef hayatımızın her anında bu tip kişiliklerle karşı karşıya gelebiliyoruz. Önemli olan, kendi duruşunuzdan emin olarak üstüne gitmek, karşı koymak ve tepki vermek. Tabii her şeyden önce bu kişilikleri fark etmek! Hayatınızı onların oyun aletleri olarak sürdürmemek!
Gerisi zaten iyilik, güzellik…
Tijen ÖZER