Hayat boyu yaptığımız seçimlerde en büyük rolü inançlarımız oynuyor şüphesiz. Kalbim bunu istiyor derken bile göz ardı edemediğimiz, iliklerimize kadar işlemiş inançlar. İnsanın daima kendini haklı çıkarma çabasının bir ürünü olarak, işler yolunda gitmediğinde de kader giriyor devreye. Ve böylece her şey çözülüyor, fazla sorgulamaya gerek kalmadan. Öyle ya, suçlu belli ise daha fazla düşünmeye ne gerek var? Peki yaşamak bu kadar kolaysa neden hala mutsuz insanlar? Niye bu kadar insan mutluluğun, kendini gerçekleştirmenin, hayallerine sarılmanın derdinde? Öğretildiği gibi yaşa, sorun çıkarsa ‘’kader’’ de, geç git…Neden yapamıyoruz bunu? Neden ruhlarımız kabul etmiyor bu konforu?

Devamını Okuyun  

Farkındalık zannedildiği gibi mutsuzluk getirmez. Farkındalığı yaşamımızın her anına ve her alanına yaydığımızda, anda ve kendi merkezimizde kalabiliyoruz demektir ve bu da mutluluğun ta kendisidir! Çünkü mutluluk aslında aranıp bulunması gereken bir şey değil; küçük anlardan alınan hazzın ve yaşanan tatminin yarattığı bir duygu mutluluk. Maalesef günümüzde en çok yaptığımız yanlış, mutluluğu büyük şeylerin ardına gizleyip, onların peşinde koşarken küçük anları, küçük mutlulukları ıskalamak ve hayatı mutluluğu arayarak geçirmek!

Devamını Okuyun  

Çok hızlı bir devinim içindeyiz ve dönüşüyoruz hep birlikte. Dünya değişiyor, alışkanlıklarımız değişiyor, bakış açımız, önceliklerimiz, hatta değerlerimiz değişiyor. Hayat, her zaman alıştığımız ritmin dışında ve farklı bir yöne doğru akıyor. Bu akış, bizi de çekiştiriyor her yanımızdan, dolayısıyla ‘’ben bu akışa uyum sağlamak istemiyorum, kime bana dokunmasın’’ deme lüksümüz pek yok gibi görünüyor. Peki nasıl akışta kalacağız, nasıl dünyanın ritminden kopmadan uyum sağlayacağız? Nedir akışta olmak? Bir çok kişinin anladığı anlamda teslim olmak ve bırakmak mıdır? Ne gelirse olduğu gibi kabul etmek midir? Akışta kalarak nereye ulaşabiliriz? Akışta kalmak için ne yapmak gerekir?

Devamını Okuyun  

Bu günlerde birebir yaşayıp görüyoruz ki, insan, uyum yeteneği çok güçlü olan bir varlık ve en kötü koşullara bile belli bir zaman dilimi içinde uyum sağlayabiliyor. İlk insandan itibaren, bin yıllar boyunca geçirdiğimiz evrim ve geldiğimiz nokta aslında bunu gösteriyor, fazla düşünmeye gerek yok. Hem doğa şartları, hem diğer türlerle bir arada yaşama zorunluluğu insanı öyle bir değiştirdi ki, bugün ilk insana baktığımızda aramızda hiçbir benzerlik kuramıyoruz neredeyse. Yani, aslında değişim ve dönüşüm, insanın genlerinde var, kaçınılmaz olarak. Peki bu yüksek uyum yeteneğine rağmen, insan neden hala değişimden bu kadar korkuyor?

Devamını Okuyun  

Hepimiz, hayatımız boyunca en az bir kez, zorbalığa maruz kalmışızdır. İnsan doğasında zorbalık var ne yazık ki. Özellikle de gücün ön plana çıkartıldığı, güçlü olanın her türlü ayrıcalığa sahip olduğu, korunduğu, kollandığı günümüz dünyasında, herkes gücünü göstermek için kendinden zayıfları araç olarak kullanmaya meyilli. Öyleyse her yanımızı saran zorbalıkla nasıl mücadele edeceğimizi öğrenmek de şart, öyle değil mi?

Devamını Okuyun  

‘’Annenin doyuramadığını dünya doyuramaz’’ demişler. Annenin de, babanın da rolü çok önemli insan hayatında. Anne tarafından yeterli sevgiyi alamayan çocuk, hayatını sevgi arayışıyla geçiriyor örneğin. Yaptığı her şeyi daha çok sevilmek için yapıyor. Uçlarda yaşayan, kendini topluma kabul ettirebilmek için kendini hırpalayan insanlara bir bakın. Yardım derneklerine bağış yapmak için yarışanlara…Sokak hayvanları için çırpınırken kendisi için güvenli bir yaşam alanı yaratamayanlara…Hepsinin bir amacı var, hepsinin bir yarası var aslında…

Devamını Okuyun  

O kadar karşıyız yaratıcılığa, o kadar korkuyoruz ki yeniliklerden…Evet, alışıldık, bilindik hayatlar güven veriyor insana. Bilinenin verdiği rahatlık, fazladan kafa yormayı, çaba harcamayı engelliyor, böylece yorulmuyoruz. Peki ya denemenin güzelliği, kendi başına bir iş başarmanın gururu, yeni bir şey öğrenmenin heyecanı? İşte o bilindik hayatlar yüzündendir ki, ruhlarımız bir süre sonra kapana kısılmış gibi çığlık atmaya başlıyor, çıkış yolu arıyor çaresizce!

Devamını Okuyun  

Bak…Gör…Sorgula…Uygula…Benimsediklerini al hayatına, benimseyemediklerini gönder gitsin sonsuzluğa…Sana ait olan kendini kabul ettirecektir önünde sonunda. Sana ait olmayanı ise, ne yapsan tutamazsın hayatında. Terk edip gider seni bir gün, bir yerde. Bırak gitsin; gidenin ardından bakma. Hep gelecek olana bak. Kendine inan, hayata inan…Bu yol senin yolun ve sen nereye istersen oraya götürecek seni, korkma…Yaşa!

Devamını Okuyun  

İletişimde kelimeler ancak %10 önem taşırken, ses tonu %30, beden dili ise %60 önem taşıyor. Yani ağzımıza doldurmakla yetinmeyip, çantamıza, ceplerimize doldurduğumuz, her fırsatta öbek öbek çıkarıp ortalığa saçtığımız o sözcükler aslında o kadar önemsiz, o kadar değersiz ki…

Devamını Okuyun  

Hepimiz bir biçimde kendimize edindiğimiz kimliklerle toplumda bir yer sahibiyiz. Sahip olduğumuz bu kimliklerle, birbirimize ve topluma karşı çeşitli sorumluluklarımız var. Ve statümüz ne olursa olsun, hepimiz bir hiyerarşik düzenin parçalarıyız. Öyleyse, ilişkileri sorgulamadan önce, parçası olduğumuz hiyerarşiyi iyi anlamak ve çözümlemek gerekiyor, öyle değil mi?

Devamını Okuyun  

İnsan, ilişkiler içinde kendini bulabilen ve gelişebilen, toplumla iletişim içinde olduğunda ve kendini tam olarak ifade edebildiğinde tam hisseden ve mutlu olabilen bir varlık. Peki sağlıklı ilişki nasıl kurulur? En doğru şekilde kendini ifade edebilmenin şekli nedir? İnsan ilişki kurarken belli kurallara göre mi hareket etmeli yoksa içinden geldiği gibi mi davranmalıdır? Uzun soluklu ve sağlıklı bir ilişkinin anahtarı nedir?

Devamını Okuyun  

İnsan, bir aynadır aslında. Farklı insanlarda kendimizi görür, onları düzeltmeye çalışarak, aslında kendimizi düzelttiğimizi zannederiz. Bilmeyiz, bizi asıl rahatsız edenin, kişilerin farklılıkları değil, bize olan benzerlikleri olduğunu. Kendimizde tahammül edemediğimiz özellikleri başkalarında görünce öfkeleniriz; oysa asıl öfkelendiğimiz kendi benliğimizdir.

Devamını Okuyun