Ruhsal yolculukta bize rehberlik eden pek çok inanış var. Bunlar sadece dinler değil, farklı kültürlerin etkisi ile şekillenmiş, nesilden nesile aktarılan çeşitli ritüellerle bezenmiş, birbirinden farklı görünen, fakat özünde ortak özellikler barındıran inançlar aynı zamanda.
Hayat boyu yaptığımız seçimlerde en büyük rolü bu inançlar oynuyor şüphesiz. Kalbim bunu istiyor derken bile göz ardı edemediğimiz, iliklerimize kadar işlemiş inançlar. İnsanın daima kendini haklı çıkarma çabasının bir ürünü olarak, işler yolunda gitmediğinde de kader giriyor devreye. Ve böylece her şey çözülüyor, fazla sorgulamaya gerek kalmadan. Öyle ya, suçlu belli ise daha fazla düşünmeye ne gerek var?
Peki yaşamak bu kadar kolaysa neden hala mutsuz insanlar? Niye bu kadar insan mutluluğun, kendini gerçekleştirmenin, hayallerine sarılmanın derdinde? Öğretildiği gibi yaşa, sorun çıkarsa ‘’kader’’ de, geç git…Neden yapamıyoruz bunu? Neden ruhlarımız kabul etmiyor bu konforu?
Konu şu ki, aslında pek çoğumuz, gerek kolektif bilincin, gerekse nesiller ötesinden getirdiklerimizin zihinlerimize kazıdığı ‘’öğrenilmiş çaresizlikler’’ içinde yaşıyoruz bu hayatı.
‘’Ben beceremem’’, ‘’Kadının yeri evidir’’, ‘’Bizim ailenin kadınları çilekeştir’’, ‘’Yoksulluk bizim kaderimizde var’’, ‘’Zenginlik bize yaramaz’’, ‘’Bizden bilim insanı çıkmaz’’ v.s. v.s.
Hepimiz inanmışız bir kere doğduğumuz evin kaderimiz olduğuna!
Fakat ruhlarımız biliyor gerçeğin böyle olmadığını. Hayatın, bilinçaltımıza kodlanmış ‘’meli’’, ‘’malı’’ larla yaşanamayacak kadar zengin, geniş ve anlamlı olduğunu, aşılması gereken sınırlar olduğunu ve her insanın bunları aşabilecek güçte olduğunu, hayatı yaşamak için kalıplardan çıkıp gerçekten yaşamak, kendine sınırlar koymadan, konfor alanları içine hapsolmadan yürümeye devam etmek gerektiğini…Ve daha pek çok şeyi…
Tam bu noktada sormamız gereken soru şu: ‘’Ruhlarımızla nasıl iletişim kuracağız? O ‘içimizdeki ben’in ne istediğini nasıl öğreneceğiz?’’
Aslında çok kolay.
Birinci adım istemek. Bütün hücrelerimizle istemek. Kalpten, gönülden istemek.
İkinci adım niyet etmek. Ve bu niyetimizi en net, en açık haliyle kendimize ve evrene beyan etmek.
Üçüncü adım ise harekete geçmek. Yaşamımızı dar eden ne varsa masaya yatırmak. Bize zarar verenleri değiştirmek ya da hayatımızdan çıkarmak, iyi gelenleri çoğaltmak. Ve hayatın yeni pencerelerini açmaya, ne göreceğimize aldırmadan hazır olmak.
Sizce hangisi en zoru?
Harekete geçmek mi?
‘’Ben çok istiyorum. Niyetim de belli ama bir türlü harekete geçemiyorum’’ mu diyorsunuz?
Yanılıyorsunuz!
Çünkü harekete geçmenizi sağlayacak olan, bilinçaltınız. Tıpkı sizi korkularınıza hapsedip hareketsiz bıraktığı gibi, harekete geçirecek olan da o! Yani, mesele harekete geçmek değil, harekete geçmek için yeterli motivasyona sahip olmak, bilinçaltında kayıtlı olan ve özgürce yaşamaya engel koyan programları değiştirmek.
Ah o korkunç bilinçaltı olmasaydı hayat ne güzel olurdu, değil mi?
Pek öyle değil aslında. Çünkü bilinçaltı bizi tehlikelerden korumak, aynı zamanda motor aktivitelerle hayatımızı aksatmadan sürdürebilmemizi, yani hayatta kalabilmemizi sağlamak için çalışıyor. Yani doğru olan, bilinçaltı ile savaşmak değil, iş birliği yapmak. Çünkü o bir düşman değil!
O zaman nasıl etki edeceğiz bilinçaltına? Orada kayıtlı olan ve yaşam amacımıza hizmet etmeyen programları nasıl değiştireceğiz? Sadece gerektiğinde bizi korumasını, korumak isterken sınırlar içine hapsetmemesini nasıl sağlayacağız?
Öncelikle, düşüncelerimize ve davranışlarımıza dikkat edeceğiz. Düşüncelerimizin ne kadarını olumsuz düşüncelerin oluşturduğunu fark edeceğiz. Ve bunları olumlu olanlarla değiştirmek için yollar araştıracağız. Düşüncelerimizi, olumsuz olsalar bile, olumlu dilde ifade etmeyi öğreneceğiz, dilimize özen göstereceğiz. Sürekli şikayet ediyor ve olumsuzlukları görüp yakınıyorsak, biraz da güzellikleri görmeyi, olumsuzluklara çözüm üretmeyi deneyeceğiz. Olumlu olana, olumsuzdan daha çok imtiyaz tanıyacağız, ona alan açacağız.
Herkesin söylediğini, inandığını, gözü kapalı benimsemek yerine sorgulayacağız. Bilinçli zihnimizle ‘’Neden?’’ sorusunu soracağız. Anlamlı gelmeyenleri kabul etmeyeceğiz. Ailemizin, toplumumuzun yaşadıklarını kendi hayat çizgimiz olarak görmeyeceğiz. Yaşananlardan ders alacağız, ancak bizim için iyi olmayanları benimsemeyeceğiz. Karmayı, bilinçli farkındalığımızla ve irademizle kıracağız.
Bedenimize özen göstereceğiz. Sağlam kafanın sağlam vücutta bulunduğunu unutmayacağız. İyi beslendiğimiz, iyi uyuduğumuz ve hareket ettiğimiz sürece daha pozitif, daha çözümcü, daha ılımlı ve daha enerjik olacağımızı fark edeceğiz.
Dinlenmeyi ihmal etmeyeceğiz. Bazen mutsuzluğumuzun tek sebebinin yorgunluk olduğunun farkında olacağız. Gün içinde, bedenimizi ve zihnimizi tazeleyebileceğimiz küçük ANlar yaratacağız.
Kendimizi geçmişe ve geleceğe fazla kaptırmayacağız. Bütün sorunların ve çözümlerin ANda saklı olduğunu, hemen, şu anda müdahale edilmeyen, çözüm üretilmeyen her sorunun, yarının pişmanlığı haline geleceğini bileceğiz. Geleceği planlayacağız, ancak daima esnek olacağız. Gelene kapıyı açık tutacağız. Seçeneklerimizin farkında olacağız. Gerektiğinde değişiklik yapmaktan, farklı yollar denemekten korkmayacağız.
İlişkilerimizde yıkıcı değil, yapıcı olmaya odaklanacağız. ‘’Ne istiyorsun?’’ ve ‘’Ne istiyorum?’’ diye sormayı alışkanlık haline getireceğiz. Olumsuz tepki ve davranışlarımızın sebeplerini araştıracağız. Sadece anlatmaya odaklanmaktan vazgeçip, dinlemeyi de öğreneceğiz. Hemen yargıya varmayacağız, tarafsızca tartacak, sonra seçim yapacağız. Gerektiğinde oku kendimize çevirmekten ve kendimizi değiştirmekten korkmayacağız.
Böylelikle, kendimizi tanıyacağız, korkularımızı, sınırlayıcı inançlarımızı fark edeceğiz, nasıl bir hayat istediğimiz ve bu hayatı nasıl şekillendireceğimiz konusunda fikir sahibi olacağız. Yüksek benliğimiz, yani ruhumuz, yani içimizdeki ben ile temasa geçeceğiz. Onun istemediği hiçbir şeyi hayatımıza almamak doğrultusunda bilinçli tercihler yapacağız.
Yani MINDFULNESS’ı yaşam biçimimiz haline getireceğiz.
Ve sonra ne olacak biliyor musunuz?
Bilinçli zihnimizle, isteyerek ve çabalayarak düşüncelerimizi, davranışlarımızı, yani seçimlerimizi değiştirdiğimizde, bilinçaltımızdaki programlar da değişmeye başlayacak. Çünkü yeni deneyimler girecek hayatımıza. Mucizevi bir şekilde, etrafımızdaki dünyanın değişmeye başladığını göreceğiz. Eski katı inançların ve sabit fikirlerin yerini esneklik alacak. Tabii ki aralarında direnenler olacak, onların değişmeleri vakit alacak. Fakat biz niyetli, istekli ve istikrarlı olduktan sonra hiçbirinin uzun süre bizimle kalması mümkün olmayacak.
İşte bu şekilde kaderimizi kendi ellerimizle yazabileceğimizi, öğrenilecek hayat derslerimiz dışında bizim için önceden yazılmış bir program olmadığını, hayatın kendi seçimlerimizle şekillendiğini ve yön değiştirebildiğini göreceğiz.
‘’Yok, olmaz öyle şey’’ mi diyorsunuz? Elbette, siz istemezseniz olmaz; hayat sizin, seçim sizin…Denemesi ise bedava….
Tijen Özer