Corona günlerindeyiz. Böyle bir dönem girdi hayatımıza, birdenbire, paldır küldür…Öyle hazırlıksız yakaladı ki, devlet başkanları, hatta bilim adamları bile bilemedi ne yapacaklarını, ne önlem alacaklarını. Ya salgını önlemek için insanları eve kapatacaklar, ekonomi çökecek, bireylerin ve toplumun psikolojisi alt üst olacak, ya da her şey serbest ve normal düzeninde akmaya devam edecek, bu kez de onbinlerce, yüzbinlerce belki de milyonlarca insan ölecek. Geçmişte de benzer salgınlar olmadı mı, Kara Veba, İspanyol Gribi, SARS, Ebola v.s. ? Ve milyonlarca insanın ölümüyle birlikte toplumlarda derin yaralar açmadı mı? Neresinden bakarsanız bakın ürkütücü ve bir takım köklü değişimlere neden olması kaçınılmaz bir süreç…
İlk günlerde şaşkındık. Bir şeyler duyduk ama duyduklarımızla ne yapacağımızı pek bilemedik, hareket edemedik. İnanmakla inanmamak arasında gidip geldik, sorular sorduk birbirimize, birileri bir açıklama yapsın diye bekledik günlerce.
Sonra bir tehdidin varlığını algıladık. Fakat inkar ettik, görmemezlikten geldik. Öyle ya, yıl 2020, teknoloji son hızla gelişiyor, bir virüse mi çare bulunamayacak? Mars’a insan göndermeye, uzayda dağıtım ağları kurmak için hazırlık yapmaya kalkan insanlık, bir hastalıkla mı baş edemeyecek? Ayrıca SARS’tan, MERS’ten ne farkı var ki bu virüsün?! Zaten kesin güçlü ülkelerin bir komplosudur bu, yakında çıkar kokusu!
Sonra baktık, Avrupa’da, Avustralya’da, Rusya’da, Güney Amerika’da, Kuzey Amerika’da, hatta Afrika’da bile görülmeye başladı virüs. Gördük ki bilgiler sürekli değişiyor ve virüs hızla yayılmaya devam ediyor…Öfkelendik. Nasıl olur da kimse net bir şey söyleyemez? Koskoca Dünya Sağlık Örgütü bile bu kadar çaresiz mi? Neden açıklamalar sürekli değişiyor? Neden farklı bilgiler geliyor? Bu virüs kaç metreye ulaşıyor? Maske takmalı mıyız, takmamalı mıyız? İlaç kullanmanın faydası var mı? Vitamin alınmalı mı? Kuvvetli bir bağışıklık sistemi avantaj mı, dezavantaj mı? Neden detaylı veri açıklanmıyor? Bir şeyler mi saklanıyor? Allah aşkına, biri bir şey söylesin artık! Bu kadar çaresiz mi insanlık??!
Çaresizlik duygusu içinde bir anda depresyona girdik hepimiz. Kendimiz için, sevdiklerimiz için endişelendik, korktuk, kaygılandık. Uzakta bir hışırtı duymuş ceylan misali ürkek, yetkili makamlardan gelecek bir açıklama, yatıştırıcı bir bilgi, hatta bir müjde bekledik günlerce. Suçlayacak birilerini aradık, bulamadık. Elimizden gelse kaçacaktık bir yerlere ama kaçacak yer de yoktu ne yazık ki. Yine de bu dönemde, kaçma dürtüsüyle çok fazla yer değiştiren oldu. Yazlığına gidenler, dağ evine kapananlar, memleketine gidenler…Bilgi edinmeye çalıştık sağdan soldan. Müthiş bir bilgi kirliliği başladı internette, medyada, sosyal medyada. Herkes işine geleni alıp yaymaya, farklı teoriler üretmeye başladı. Her duyduğumuza inanır hale geldik.
Zaman geçtikçe çeşitli ülkelerden, farklı deneyimler, deneyler ve sonuçları gelmeye başladı. Çin dedi ki ‘’izolasyon ve karantina önemli’’. G.Kore dedi ki ‘’çok test yapın, bulduğunuzu izole edin’’. Çekya dedi ki ‘’her yerde herkes maske taksın’’. Sonra, bazı ilaçların fayda gösterdiği tespit edildi, hızla bilgiler birleşmeye ve ortaya bir resim çıkmaya başladı. Ve Corona’nın bir tablosu oluştu zihnimizde. Nasıl bir virüstür, nasıl bulaşır, nasıl korunmak gerekir, v.s.
Bilgilenmeye başladıkça yatıştık, korkularımız, kaygılarımız yerine meraka bıraktı ve kabul sürecine girdik. Artık hayatımızda böyle bir gerçek olduğunu, bir süre, belki de uzun bir süre bu virüsle yaşamak zorunda kalacağımızı kabullendik. Daha çok bilgi edinmeye, araştırmaya başladık.
Ve artık isyan etmeyi bırakıp, alacağımız önlemlere odaklandık, kendi hayatımızın sorumluluğunu almaya karar vererek, harekete geçtik. Maskeler alındı, bulamayanlar evde kendisi yaptı, vitamin kürleri yapılmaya başlandı, şirketler evden çalışma düzenine geçti, mecbur kalmadıkça evden çıkılmaması gerektiğini, aksi halde salgının kontrolden çıkacağını idrak ettik. Hayatımızın tam ortasına küt diye düşen bu anomali, normal hayatımız haline gelmeye başladı yavaş yavaş. Şimdi biraz daha sağlıklı düşünüp daha mantıklı adımlar atabiliyoruz.
Bu günlerde birebir yaşayıp görüyoruz ki, insan, uyum yeteneği çok güçlü olan bir varlık ve en kötü koşullara bile belli bir zaman dilimi içinde uyum sağlayabiliyor. İlk insandan itibaren, bin yıllar boyunca geçirdiğimiz evrim ve geldiğimiz nokta aslında bunu gösteriyor, fazla düşünmeye gerek yok. Hem doğa şartları, hem diğer türlerle bir arada yaşama zorunluluğu insanı öyle bir değiştirdi ki, bugün ilk insana baktığımızda aramızda hiçbir benzerlik kuramıyoruz neredeyse.
Yani, aslında değişim ve dönüşüm, insanın genlerinde var, kaçınılmaz olarak.
Peki bu yüksek uyum yeteneğine rağmen, insan neden hala değişimden bu kadar korkuyor?
Değişim ürkütür, özellikle de ani olursa!
İstesek de istemesek de değiştiğimiz ve koşullara uyum sağlayabildiğimize göre, üstelik de değişimin gerekli olduğu bu kadar ortada iken, neden kolayca değişemiyoruz? Neden değişime karşı olan bu büyük direnç?
İnsan hayatını tehdit eden bu kadar büyük bir salgın karşısında bile, en basit günlük alışkanlıklarımızdan vazgeçmek neden bu kadar zor geliyor bize? Hop diye uyum sağlamak ve önlem alıp kendimizi korumak varken, neden bu kadar çaba? Kaybedeceğimiz malımız, paramız, işimiz ya da bir süre göremeyeceğimiz dostlarımız, sağlığımızdan, daha da ötesinde canımızdan daha mı değerli? Böyle sorunca işler biraz karışıyor, öyle değil mi?
Aslında toplumun Corona Virüsü karşısında verdiği tepkilere ve geçirdiği aşamalara baktığımızda, herhangi bir değişikliğin, yani konfor alanı dışına çıkmanın, insan bünyesinde yarattığı gerilimi ve insanın bireysel olarak değişime verdiği tepkiyi rahatlıkla görebiliriz. E toplum da bireylerden oluşmuyor mu neticede? Toplum dediğimiz şey aslında bizlerin bir yansıması.
Evet, hepimizin korkuları var. İlk insanın da korkuları vardı. Genetiğimize kodlanmış belki de ilk inanç: Tehlike karşısında kaç! Bu yüzden herhangi bir tehdit algıladığımızda ilk verdiğimiz tepki kaçmak. Bu yüzden milyonlarca insan sokağa çıkma yasaklarıyla evde tutulmaya çalışılıyor. Ne zamanki kaçacak yer bulamıyoruz, geri de dönemiyoruz, o zaman mücadeleye devam kararı alıp dönüşüme doğru ilerleyebiliyoruz. Aksi halde bir sonuca ulaşamadan aynı kısır döngü içinde dönüp durmamız kaçınılmaz. Bireysel hayatlarımızda da değişimler, dönüşümler böyle gerçekleşiyor işte. Kaçma fırsatı varken bile kaçmamak, yılmamak, yola devam etmek çok önemli!
İnsan hayatındaki travmatik değişimler, yani korkular ve blokajlar, çoğu zaman, sadece birkaç saniye içinde ve bilinçaltında oluşuyor. Bazen tek bir söz, bir bakış ya da yaşanan kötü bir an yeterli oluyor bunun için. Bu sebeple, biz bilinçli zihnimizle bir şeyleri değiştirmeye çalıştığımızda, bilinçaltı, kayıtlı bilgisiyle, kişiyi tehditten korumak için direniyor ve değişime engel oluyor. Değişimi çok kolay gerçekleştiremememizin en temel sebebi, bilinçli zihnimizle, bilinçaltımıza hükmetmekteki acziyetimiz.
Peki bilinçli zihnimiz ile bilinçaltını nasıl kontrol edebiliriz? Bunun için, öncelikle farkındalık, sonra da çaba ve zaman gerekiyor. Kendinin ve hatalarının farkında olmak, inkar mekanizması ne kadar etkin olursa olsun, kendini zaaf ve eksiklikleriyle kabullenmek, bu farkındalığın ilk adımı. Bu yüzden kendimizi çok iyi tanımamız gerekiyor. İkinci adımda ise, blokajlarımızı, yanlış inançlarımızı ve korkularımızı tespit edip bunlara direnmek, gereğinde (eğer direnç çok yüksekse) bazı tekniklerden de faydalanarak bunları ortadan kaldırma yoluna gitmemiz gerekiyor.
Çoğumuz, hayatta başımıza gelenlerden hep bir şeyleri ve birilerini sorumlu tutarız. Kendi hayatımızın sorumluluğunu almak, bize gerekli önlemleri alma ve harekete geçme yükü getiriyor ki, çoğumuz bundan kaçınıyoruz. Çünkü harekete geçmek, emek gerektiriyor. Oysa kafa yormadan, birileri ne diyorsa onu yapmak, kendini teslim etmek, her şey sarpa sardığında da onları suçlamak en kolayı. Fakat bu durum, aynı zamanda, olumsuzluklar karşısında çaresizlik duygusunu da yaratıyor. ‘’Ben ne yapabilirim ki’’, ‘’Elimden bir şey gelmez’’, ‘Ben bunu hak edecek ne yaptım?’’ ‘’Niye bunlar hep benim başıma geliyor?’’… Kendi hayatını kontrol edememe, tatminsizlik, mutsuzluk, başarısızlık duygusu... Yani kurban psikolojisi… Önümüzdeki birkaç yıl içinde şu söylemleri çok duyacağız : ‘’Ah o Corona olmasaydı, şimdi kimbilir nerelerde olacaktım’’, ‘’Corona yüzünden işim battı’’, ‘’Corona yüzünden eşimle boşandık’’, ‘’Corona yüzünden psikolojim bozuldu’’, ‘’Corona yüzünden her şeyimi kaybettim‘’, ‘’CORONA YÜZÜNDEN…….’’! Tabii ki bunlarda gerçek payı var, olacak…Fakat durup kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor kabahatin tamamını Corona’ya yüklemeden önce: ‘’Peki bu süreçte ben ne yaptım?’’
Ne kadar çaresiz görünürsek görünelim, gerçekte her zaman, her koşulda yapabileceğimiz çok şey var. Genlerimizde var olan mucizevi uyum yeteneğimizi kullanarak bu günleri aşabilir, tehdidi fırsata çevirebilir, bugüne kadar yapmaya fırsat bulamadığımız işler için hayatımızda yer açabilir, hayat tarzımızı, değerlerimizi, geldiğimiz noktayı yeniden gözden geçirebilir ve gelecek planlarımızı yeni dünya düzenine göre revize edebiliriz. Sonuç olarak bu virüs tüm dünyayı, tüm insanlığı bir biçimde etkilemişse, artık burada bir şeyleri veya birilerini suçlamanın bir anlamı ve faydası yok. Hepimiz değişmek, uyum sağlamak ve yaşamaya devam etmek zorundayız.
Bu değişim, biz istesek de istemesek de olacak. Ya hayat tarzımız değişecek, ya bazı alışkanlıklarımız, ya da çalışma koşullarımız…Kimimiz işini kaybedecek, belki daha çiçekli yollara girecek, kimimiz hayatını gereksiz şeylerle doldurduğunu ve asıl yapmak istediklerini sürekli ertelediğini fark edecek, kimimiz şehir değiştirecek, kimimiz ailesiyle daha kaliteli vakit geçirmeyi ve paylaşmayı öğrenecek…Ve hep birlikte değişip dönüşeceğiz!
Dönüşüm nedir?
Dönüşüm, bir şeyin form değiştirmesidir. Yani aslında her değişim dönüşüme yol açmaz fakat her dönüşümün içinde, değişim vardır. Dönüşüm, değişimin sürdürülerek içselleştirilmesi ve hayatın yeni bir forma evrilmesidir. Artık eskisi gibi olmama durumudur.
İnsan çoğu zaman yaşadığı sorun ve sıkıntılar nedeniyle değişime niyet eder. Fakat ikinci aşamada , yani değişime niyet ettikten sonraki aşamada, yaşadığı kaygı ve korku ne kadar büyükse, geri adım atma ve başa dönme olasılığı o kadar yüksektir. İşte çoğumuz bu aşamada vazgeçeriz değişimlerden ve dönüşümü tamamlayamayız. Tabii ki o ana kadar hayatımızda bazı küçük değişimler olmuştur. En azından farkındalığımız artmıştır, bakış açımız değişmiştir. Fakat bu, dönüşümü tamamlamak için yeterli olmaz. Bir dönüşümden bahsedebilmemiz için, kaygı ve korkulara rağmen ısrarla yola devam etmek, olumsuzluklardan yılmamak ve sonuca odaklanarak hareket etmek gerekir.
Hayatımızda kırılma noktalarımız vardır, dönüşüme yol açan önemli noktalardır bunlar. Herkesinki farklıdır. Bazen ağır bir hastalık, bazen bir ayrılık, bazen bir kayıp yol açar dönüşüme. Kimisi de en ağır şekilde yaşasa dahi dönüm noktasını fark etmez, ya da görmemezlikten gelir. O kadar korkmaktadır ki değişip dönüşmekten, kendini akışa bırakmak yerine , olabildiğince direnir. Sertleşip katılaşır hayata karşı. Ve kaçınılmaz olarak daha da kırılgan hale gelir, hastalanır, yorulur, bitkin düşer. Kimisi de hayatı okumayı bilir ve o an geldiğinde değişime direnmez. Her sonun bir başlangıç olduğunu bilerek sakin kalır, soluklanır ve yoluna devam eder. Ama hiçbir zaman da hareket etmekten vazgeçmez. İşte böyleleridir uyum sağlayıp ayakta kalabilen ve dönüşüp gelişenler.
Burada kullandığımız anlamıyla değişim, temel değerlerimizi, kişilik özelliklerimizi değil, hayatımızı ve gelişimimizi sınırlayan, yapabileceklerimizi engelleyen durumları, davranışları ve alışkanlıkları değiştirmektir ve hayatın bir kuralıdır. Ve değişimin amacı her zaman olumludur. Yani amaç her zaman daha iyiye, daha güzele ulaşmaktır. Olumsuza doğru olan bir değişimden elbette bahsetmiyoruz, çünkü o, dış uyaranlar ve bilinçaltındaki korkulardan kaynaklı, istem dışı bir değişimdir. Örneğin, sürekli bağırıp çağırmak, her şeye öfkelenmek, ya da tam tersi sürekli üzgün ve depresif olmak, bir kişilik özelliği olamaz. Bunlar, olsa olsa kişilik bozukluğudur ve bize sıkıntı yaratır. Bunların altında yatan nedenleri araştırıp bertaraf etmek, bu doğrultuda davranışlarımızı ve alışkanlıklarımızı değiştirmek, hayatı daha huzurlu, keyifli ve kaliteli geçirmemizi, sevdiklerimizle daha yakın ilişkiler kurmamızı ve hayattan zevk almamızı sağlayacaktır. Bunun için gereklidir değişim, insanın ve toplumların gelişmesi için.
Eğer içten içe bizi rahatsız eden, sinirlendiren, hayatımızı zorlaştıran, kurban gibi hissetmemize ya da sonradan pişmanlık duymamıza yol açan durumlar, duygular, davranışlar varsa, işte onlardır hayatımızda değişmesi, dönüşmesi gerekenler. Tıpkı şu anda gezip tozmanın hayatımızı zorlaştıracağını ve bizi hasta edeceğini, belki de öldüreceğini bilerek evde oturmayı tercih etmemiz gibi, bizi kötü hissettiren ve hasta eden durum ve davranışları da değiştirmekten ve bunun sonucunda dönüşmekten, gerektiğinde profesyonel yardım ve rehberlik almaktan korkmamalıyız.
Dönüşüm nasıl olur?
Öncelikle kendimize karşı dürüst olmalıyız. Var olan problemleri yok saymak, sadece bize zarar veriri ve gelişim sürecimizi sekteye uğratır.
İkinci önemli adım, değişim ve dönüşüme niyet etmek ve karar vermektir.
Üçüncü adımda yapmamız gereken, hayatımızda neleri istemediğimize karar vermektir. Hayat kalitemizi düşüren, bizi sürekli sıkıntıya sokan, kendimizi olduğumuz şekilde ifade etmemizi engelleyen her ne veya kim varsa onlarla aramıza mesafe koymak, gerektiğinde hayatımızdan çıkarmaktır yapmamız gereken. Yoksa ayağımıza takılı prangalar ile yola devam etmemiz mümkün olmayacaktır.
Sonrasında ise, bundan sonraki hayatımızda nelerin olmasını istediğimize ve kendimiz için nasıl bir hayat tasarladığımıza karar vermemiz gerekiyor. Tıpkı yola çıkmadan önce yol haritasını belirlemek gibi…Nereye gideceğimizi bilmezsek kolayca kaybolabiliriz.
Daha sonraki aşamada yapmamız gereken ise harekete geçmek. Hedeflerimizi ortaya koyarak, onlara ulaşabilmek için ihtiyacımız olan bilgi ve araçları tespit edip, kısa/orta/uzun vadeli (bu dönemde sadece kısa vadeli hedeflerle de işe başlayabilirsiniz ancak harekete geçebilmek için, varmak istediğiniz yer hakkında yine de bir fikriniz olmalı) hareket planımızı yapmak ve yol almaya başlamak.
Bunu yaparken dikkat etmemiz gereken en önemli nokta, hedeflerimizin:
Bütün bu aşamalarda, gerekirse uzman kişilerden yardım alabiliriz. Ancak unutmamamız gereken bir şey var ki, hayatımızı ancak kendimiz değiştirebiliriz. Kim ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin, değişim ve dönüşümü sağlayacak olan bizim olumlu niyetimiz ve istikrarlı çabamızdır!
Son olarak ihtiyacımız olan şey ise SABIR. Belki de tüm unsurların en önemlisi! Derin dönüşümler bazen aylar, yıllar alır. Yolumuzda sık sık engellerle karşılaşabiliriz, çünkü hayat bizi sınamaya devam edecek, her an, geriye dönmek için fırsatlar sunacaktır. Her olumsuzluğun hayrımıza olduğu, sonunda muhakkak hayat yolunda işe yarayacak bir ders alacağımız gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Önemli olan, ara sıra karşımıza çıkan seçeneklere göre planlarımızda küçük değişiklikler yapsak bile, odağımızdan sapmadan, farkındalığımızı, kendimize karşı hoşgörümüzü ve inancımızı kaybetmeden çabalamaktır. Her tökezlediğimizde tekrar durum analizi yapıp, dönüşüm niyetimizi kendimize hatırlatıp, nerede farklı davranabileceğimizi tespit etmek, gerekirse farklı yöntemlerle yola devam edebilmek, ama ne olursa olsun devam etmek….Gerisi kendiliğinden gelecektir. Sonra bir gün, bir bakmışsınız, artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve siz artık eski siz değilsiniz!
Evet, Corona günlerindeyiz. Değişimin ötesinde, derin dönüşümler bekliyor bizi. Hem bireysel, hem de toplumsal olarak büyük değişimler göreceğiz önümüzdeki yılarda. Tüm dünyayı saracak bir değişim dalgası olacak bu. Toplumların atacakları adımlar, insanlık tarihinde yaşanacak değişimler bir yana, bizim de bireysel olarak yapabileceklerimiz var. Toplumun iyi yönde değişip gelişmesini istiyorsak, değişime önce kendimizden başlamalıyız. Şu an zamanı değil diyorsanız, bilin ki tam zamanı! Çok büyük adımlar atmamız gerekmiyor; küçük adımlarla başlayabiliriz yürümeye, zamanı geldiğinde de koşarız. Önemli olan, yönümüzü tayin etmek, nasıl bir hayat istediğimizi belirlemek.
Eğer gerçekten harekete geçmek niyetiyle bakarsak seçeneklerimizin sonsuz olduğunu görürüz. Kendimiz için bir şeyler yapıyor olmak, hem kaygılarımızdan arınmamızı sağlayacak, hem de şu dönemde etkisi altında olduğumuz yoğun adrenalini olumlu bir yöne kanalize ederek, bir itici güç olarak bizi harekete geçirecek. Hadi alalım kalemi, kağıdı, şöyle bir gözden geçirelim hayatımızı, alışkanlıklarımızı ve bakalım neleri değiştirmek ve ne yönde dönüşmek istiyoruz? Belki de bu hepimiz için büyük bir fırsattır, kimbilir?
Tijen ÖZER