İletişim…Yani karşılıklı iletmek…
Kelimenin yapısından da anlaşılacağı gibi, iletişim, çift taraflı bir eylemi ifade ediyor. Karşılıklı fikir ve düşüncelerini aktarabilmek, birbirini anlayabilmek iletişimin özünü oluşturuyor. Tek taraflı, empatiden uzak ifadeler, monologlar iletişime hizmet etmiyor.
Konuşuyoruz, bolca konuşuyoruz, konuşmaya bayılıyoruz. Dinlemek bile istemiyoruz, hep anlatmak istiyoruz, hep anlaşılmak istiyoruz. Peki anlamadan nasıl anlaşılacağız? Başkasını duymayan kulaklarımız, kendi ağzımızdan çıkanları duyacak mı? Kendimizi doğru şekilde ifade ettiğimizi nereden bileceğiz?
İnsan, doğası gereği, hayatı boyunca, içindeki çocuk tarafından yönetiliyor aslında. Çocukluğunda konuşturulmayan, hep susturulan, bastırılan insanlar, yetişkinliklerinde en çok sesini duyurmaya çalışan insanlar oluyorlar. Toplum içinde bağırarak konuşmalar, kendini ve sahip olduklarını gösterme çabaları, dinlemeden konuşmalar, üste çıkmak için didinmeler hep bu yüzden.
Oysa ki tam da bu yüzden dinlemeyi öğrenmeli insanlar. Daha iyi anlatabilmek, anlaşılabilmek için. Çünkü dinleyen insan, karşısındakine nasıl hitap edeceğini bilir, kendini daha kolay ifade edebilir. Böylece kendini anlatmak için insan üstü bir çaba harcamasına, yorulmasına gerek kalmaz. Halbuki nasıl da tükeniyoruz kendimizi anlatmaya çalışırken…
Empati kurmak nasıl olur? Kendini karşıdakinin yerine koyarak…Peki bunu nasıl yapacağız? Onu dinleyerek, anlayarak. Onun ihtiyaçlarının farkına vararak. O zaman belki onun da bizimle aynı dertlerden muzdarip olduğunu göreceğiz. Belki ortak bir nokta yakalayacağız, belki farklı bir pencere açacağız ilişkimizde. Kimbilir? O zaman ortak duygularımız da ortaya çıkacak, içimizdeki sevgi ortaya çıkacak, sakinleşeceğiz, yatışacağız belki. Belki kendimizi anlatmak için o kadar da çabalamamız gerekmediğini, aslında o kişinin kendimizi anlatmak için doğru kişi olmadığını, ya da tam tersi, bizi anlayabilecek yegane kişi olduğunu fark edeceğiz…Kimbilir?
Kişi, kendi içinde huzuru bulmadıkça karşısındaki ile sağlıklı bir iletişim ve ilişki kurması mümkün değildir. Huzur bulmak ise, kendinden emin olmakla mümkün olur. Ne istediğini, ne söylediğini bilmek, başkalarını rahatsız etmek ya da incitmek pahasına değil, onlarla uyum içinde yaşamayı ilke edinmek, nezaketle diğer insanların hatrını sormak, duygularını önemsemek…Kendi ihtiyaçları için başkalarının ihtiyaçlarını yok saymamak, onlara değer vermek. Bunu yaparken aynı değeri onlardan da talep etmek. Budur iletişim.
Çok zor değil aslında. Egomuzu biraz törpülediğimizde, kendi ihtiyaçlarımızı ön planda tutarken diğer insanları çiğneyip geçmediğimizde, mütevazı, sevgi dolu, saygı dolu, uyumlu bir ortam yarattığımızda, kendimizi ifade etmeye çalışırken başkalarını sindirmeye, bastırmaya çalışmadığımızda, kırıp dökmediğimizde kendiliğinden oluyor iletişim. İletişimde kelimeler ancak %10 önem taşırken, ses tonu %30, beden dili ise %60 önem taşıyor. Yani ağzımıza doldurmakla yetinmeyip, çantamıza, ceplerimize doldurduğumuz, her fırsatta öbek öbek çıkarıp ortalığa saçtığımız o sözcükler aslında o kadar önemsiz, o kadar değersiz ki…
Ne olur, sadece konuşmayı bırakalım artık. Hem kendimizin, hem toplumun selameti için. Biraz dinleyelim, anlayalım, sevgiyle bakalım insanlara. Her daim kendimizi savunmak zorunda hissetmeyelim, insanları düşman gibi görmeyelim. Unutmayalım ki biz onları öyle görürken onların bizi dost görmesini ve dostça davranmasını bekleyemeyiz. Ne ekersek, nihayetinde onu biçeriz…Bırakalım güzel konuşma, güzel anlatma, güzel görünme derdini bir kenara. Güzel düşünelim, güzel hissedelim. Eğer bir şeyleri düzeltmek istiyorsak, işe kalbimizden başlayalım. Atalım nefreti, düşmanlığı, kini, haseti; sevgiyle, anlayışla, hoşgörüyle, merhametle dolduralım kalbimizi. Çünkü kalbimiz düzeldiğinde, dilimiz de düzelir, bakışımız da, düşüncemiz de, davranışlarımız da…Ve işte ancak o zaman iletişim kurmaya başlarız insanlarla…